Size de oluyor mu bu? Bana küçüklüğümden beri ara ara olur. Bazen sesim bana dışarıdan duyuluyormuş gibi gelir. Aynadaki görüntüm yabancılaşır. İsmim bana ait değilmiş, bana seslenenler yalnızca anlamsız birkaç sesi birleştiriyormuş gibi hissederim. Ailemle hiçbir bağımız yokmuş, sürekli uyuyup uyandığım evimde ilk defa yürüyormuş gibi hissederim. Bu, her zaman olmuyor. Şu an bunlardan bahsediyor olmama rağmen o hissi duyamıyorum mesela. Bilinçli olan bir şey değil. Kendiliğinden geliyor. Ve birden. Peki şimdi nereden mi aklıma geldi? 1899’u izledim de... :) Herkesin en az bir kere hissettiğine emin olduğum bu kendine yabancılaşma halini hatırlattı bana. Belki de onu hissettiğimiz anlarda simülasyon bozuluyordur, ne malum? :)
Yeri gelmişken biraz dizi hakkındaki görüşlerimden bahsedeyim. Önemli bir sinema eleştirmeni olduğum için yorumlarımı çok bile beklemişsinizdir. Öncelikle dizi başlar başlamaz buram buram “Dark” kokusu alıyorsunuz. Ben aynı yapımcıların projesi olduğunu bilmiyordum ama 1. dakikada ruhunuz sıkışmaya başlayınca anlıyorsunuz. Neyse ki burada kimse birbirinin halası, ninesi filan değil. Herkes birbirine yabancı. Hatta o kadar yabancı ki karakterler farklı dillerde konuşuyor. Yine de anlaşabiliyorlar. Çünkü dil dediğimiz şey de dizideki simülasyonun kodları gibi kodlardan ibaret. Yabancı dildeki kelimeleri tek başına duyduğumuzda anlayamasak da bir konuşmanın arasında anlayabiliyoruz. Çünkü orada işin içine yüz ifadesi, ses tonu, jest ve mimikler gibi duyguları yansıtan farklı ortak kodlar giriyor.
Hikayenin asıl konusuna gelecek olursak beyni bir gemiye benzetme fikrini çok orijinal buldum. Sürekli her şeyin zihnimizde olduğunu vurgulamasının, bu konunun daha fazla kişinin ilgisini çekmesini sağladığını ve seyircilerin bir kısmını araştırmaya sevk ettiğini tahmin ediyorum. Yalnız dikkatimi çeken bir nokta var. Tezahür ve yansıma kavramlarına değinen bir hikayede ayna metaforunun daha fazla kullanılmasını beklerdim. Onun dışında gemi isimlerinin seçimi ve iki bölmeli piramit figürü, ilgilisi için mantıklı bağlantılar taşıyor. İlk feminist kurgulardan biri olan ve 1899 yılında yayımlanan Chopin’in Uyanış kitabına dikkat çekmesi ve bu romanın Maura’nın odasında bulunması, hikayenin merkezini anlamayı kolaylaştırıyor. Zira bu dizi, Dark’tan farklı olarak merkez noktasını zaman portallarına bağlamamış. İnsana, psikolojiye ve varoluşa daha fazla odaklanmış. Sürekli tekrarlanan “uyanmak” ifadesinin iki anlamlı kullanımı da tatmin ediciydi: Hem uyanıkken uyanmak hem de rüyadan uyanmak...
Rüyalarla ilgili sayısız teorileri bilirsiniz. O görüntüler ve görülme sebepleri, hala tam olarak açıklanabilmiş değil. Bu hayatımızın da bir rüya olduğunu öne sürenler bile var. Bazen ben de rüyaların farklı evrenlerdeki yansımalarımız olduğuna inanırım. Aynı anda onlarca farklı hayat yaşadığımızı, bilinçaltımızın nispeten serbest kaldığı uyku halinde o hayatlarımızı hatırladığımızı, bu hayatımızı da o hayatlarımızdaki rüyalarımızda gördüğümüzü; travmalarımızın, dejavu gibi hislerin ve hatta nereden bildiğimizi bilmediğimiz bilgilerin o hayatlardaki deneyimlerimizden geldiğini düşünürüm. Bu arada bu çoklu evren meselesi de anlatıldığı kadar komplike değil. Yaşamımızda belki her gün önümüze çıkan birbirinden basit seçeneklerin tamamının sonuçlarının yaratılmış olduğunu, tercih ettiklerimizin sonuçlarını bu hayatta yaşarken tercih etmediklerimizin sonuçlarının da yaratıldığı boyutlarda gelişmeye devam ettiğini savunan bir tez var. Tabii bunları herhangi bir dinin veya öğretinin bakış açısıyla yorumlamak, ilk etapta zor. Farklı hayatlar yaşıyorsak ödül-ceza sistemi nasıl işleyecek? Sonuçta sayısız bedenimiz ve yansımamız olsa da ruhumuz 1 tane. Asıl yaşayan o. Belki de ruh 1 tane olduğuna göre diğer hayatlarımızda da çok farklı kişiler değilizdir. Biraz daha farklı şartlarda yaşıyoruzdur sadece. Rüyalarımızda da normalden çok farklı davranmıyor, çok farklı hissetmiyoruz zaten...
Kendimle ilgili fark ettiğim en tuhaf şeylerden biri, bu düşüncelerin beni asla delirtmemesi. Kayboluyormuşum gibi hissettirmemesi. Hiçbir şeyin aslını bulmak gibi bir derdim yok. Sanırım içimde bir yerde aslın ne olduğunu çok iyi biliyorum. Hepimiz gibi.
Comments