Bu çalışmada İkinci Yeni şiirinin özellikleri, Cemal Süreya’nın 1954 yılında kaleme aldığı 8.10 Vapuru isimli şiiri üzerinden incelenecektir.
8.10 VAPURU
Sesinde ne var biliyor musun
Bir bahçenin ortası var
Mavi ipek kış çiçeği
Sigara içmek için
Üst kata çıkıyorsun
Sesinde ne var biliyor musun
Uykusuz Türkçe var
İşinden memnun değilsin
Bu kenti sevmiyorsun
Bir adam gazetesini katlar
Sesinde ne var biliyor musun
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Birkaç gün görünmedin
Okul şarkıları var
Sesinde ne var biliyor musun
Ev dağınıklığı var
İkide bir elini başına götürüp
Rüzgarda dağılan yalnızlığını
Düzeltiyorsun.
Sesinde ne var biliyor musun
Söylemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi dururlar
Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var.
Cemal SÜREYA
Cemal Süreya
Asıl adı Cemalettin Seber olan Cemal Süreya, 1931’de Erzincan’da doğmuştur. Bir mülkiyeli olan Süreya’nın “Şarkısı-beyaz” isimli ilk şiiri Mülkiye dergisinde yayımlanmıştır. Sanat hayatı boyunca birçok farklı dergi ve gazetede çalışan şair, 1960’ta pek uzun ömürlü olmayan Papirüs dergisini çıkarmıştır. Çok sayıda edebi ve kültürel çalışması bulunan Cemal Süreya, 9 Ocak 1990’da İstanbul’da vefat etmiştir.
Cemal Süreya; İkinci Yenilerin yoksul bir aileden gelen, zor koşullarda eğitim görmüş, taşra kökenli şairlerindendir. Üstelik annesiz büyümüştür. Büyük Buhran döneminde doğup büyümüş, sanat hayatının bir bölümü baskıcı bir siyasi rejimde geçmiştir. Bu koşulların yarattığı psikolojik etkileri, diğer İkinci Yenilerde olduğu gibi Cemal Süreya şiirlerinde de görmekteyiz.
İkinci Yeni
1955-1965 yılları arasında kendini hissettiren İkinci Yeni, aslında ortak nitelikleriyle beliren bir akım değildir. Yeniyi deneyen; dünya görüşü, yetişme şekilleri ve beslenme kaynakları bakımından birbirinden çok farklı olan şairlerin eserlerinde sonradan tespit edilen benzerliklere dayanarak bu harekete “İkinci Yeni” adı verilmiştir. İkinci Yeni ismini ilk kez Muzaffer Erdost kullanmıştır. İkinci Yeni, anlama ve konuşma diline karşıdır. Vezin ve kafiyeyi bütünüyle reddetmemekle birlikte zaman zaman mensur şiire döner. DP döneminin toplumsal/siyasal baskısı ve bu dönemdeki büyük toplumsal değişme, söze dayalı şiire (Garip şiirine ve Toplumcu gerçekçi şiire) tepki, Batı sanatlarının (gerçeküstücülük, müzik, soyut resim, sinema) etkisi ve biyografik olgular İkinci Yeni’nin doğuşunda etkilidir. Cemal Süreya, çıkardığı Papirüs dergisiyle İkinci Yeni hareketinin toplayıcısı olmuştur. Edip Cansever, Turgut Uyar, Ece Ayhan, Sezai Karakoç bu hareketin içinde yer alan şairlerden sadece birkaçıdır. Bugün büyük ölçüde kabul gören kanı ise Cemal Süreya’nın bu akımın başını çektiğidir.
8.10 Vapuru ve İkinci Yeni Şiiri
8.10 Vapuru, Cemal Süreya’nın İkinci Yeni akımı çerçevesinde kaleme aldığı şiirdir. Başlığından itibaren bu şiirde; şiirleri otobiyografik okumaya fazlasıyla açık şairler arasında ayrı bir yeri olan, “Şairin hayatı şiire dahil.” diyerek biyografiye verdiği önemi açıkça belirten Cemal Süreya’dan izler bulabileceğimizi anlıyoruz. Zira kendisi bir devlet memurudur ve 8.10 vapuru, muhtemelen sabahları işe giderken kullandığı vapurdur. Cemal Süreya’nın diğer şiirlerinde ve Ece Ayhan gibi diğer İkinci Yeni şairlerinin şiirlerinde otobiyografik ögeler bulmak mümkündür. Çünkü İkinci Yeni’de Garipçilerin sıradan hayatın içinde ele aldığı “adam” veya Toplumcuların sınıf çatışmaları içerisinde ideolojik bir yaratık olarak işlediği “insan”, artık şehirli bir “birey” olarak kendi iç dünyasıyla şiirin konusu haline gelmiştir. Varoluşçuluk felsefesine yaklaşan bu görüş, İkinci Yeni şiirinin öznesinde karşımıza çıkar.
Bu şiire -henüz okumadan- sadece baktığımızda bile gözümüze çarpan diğer bir İkinci Yeni özelliği şiirin biçiminde saklıdır. İkinci Yeni şiiri adeta bir sapma edebiyatıdır. Bu şiirde kullanılan sapmalardan biri de yazımsal sapmadır. Yazımsal sapma kısaca, dize ve/veya bent düzensizliği demektir. 8.10 Vapuru şiirinin biçiminde beş dizelik her bendin ilk iki dizesinden sonra gelen üç dizenin daha girintili yazılmasıyla örüntüsel bir düzensizlik oluşturulmuştur. Bu düzensizlik; her dizede şiiri yeniden başlatmak, tek dizeyi iki üç dizeye bindirerek anlamı dağıtmak, alışılmış sesi, yapıyı, dizemi bozmak isteyen İkinci Yeni anlayışıyla sırf düzeni bozmak için yapılmış olabileceği gibi, resim sanatıyla fazlasıyla ilgili olduğunu hatta naçizane çizimler yaptığını bildiğimiz ve kelimeleri boyalara benzeten Cemal Süreya’nın vapurda geçen şiirine bir dalga hareketi katmak istemesinin sonucu da olabilir. Çünkü İkinci Yeni şiiri için görüntü çok önemlidir. Şimdi şiiri okumaya başlayalım.
Şiirimiz “Sesinde ne var biliyor musun” dizesiyle başlıyor ve bu dize her bendin başında tekrarlanıyor. Az önce de belirttiğimiz gibi “her dizede şiiri yeniden başlatmak” bu akımın belirgin bir özelliğidir. Bir soru cümlesi olan bu cümlenin sonunda soru işareti olmadığını görüyoruz. İkinci Yeniler noktalama işaretlerini reddederler. Bu inkâr, elbette asla kullanmadıkları anlamına gelmez fakat İkinci Yeni şiirinde çoğunlukla noktalama işareti kullanılmadığını, kullanılsa bile çoğunlukla görev dışı veya kural dışı kullanıldığını rahatlıkla gözlemleyebiliriz.
“Bir bahçenin ortası var” dizesiyle devam eden şiirde şair, seslendiği kişinin sesinde bir bahçenin ortası olduğunu söylemekte. Bir bahçenin ortası, bir canlının sesine yüklenen sıfatlardan değildir. Bir insan sesi için kullanılan “cıvıldayan ses” gibi istiareli söylemler ve “kadife ses”, “billur ses” gibi duyu aktarımı yoluyla kurulmuş sıfat tamlamaları kalıplaşmış mecaz ifadelerdir. “Bahçe ortası ses” ise şaire özgü yeni bir ifadedir. İşte İkinci Yeni’nin dil özelliklerinden biri de bu özgünlüktür. Çünkü İkinci Yeniler, geleneği tamamen dışlayarak bireyci bir şiir anlayışına yönelirler. İkinci Yeni, aklın ve mantığın dilini yıkar. Onun yerine bilinçdışının dilini kullanır. Bu sezgisel dil, duyusal algılamanın sınırlarını aşar. Cemal Süreya, “Bu da olabilir demiyorlar, bu budur diyorlar. Özgür değiller. Bence şiirimiz için bu büyük bir sakınca. Şairin evreni dildir. Bu evren içinde her şair kendi izlenimlerini, yorumlarını, psikolojik konumlarını kendisi getirecektir. Her şair dilin tadını ayrı çıkaracak. Şair için kişilik her şeydir.” cümleleriyle özgün dilin önemini ifade etmiştir.
Üçüncü dizede bir öncekinden daha da karmaşık bir anlatım karşımıza çıkıyor: “Mavi ipek kış çiçeği”. Bu dizede karıştırım, soyutlama ve us dışına çıkma vardır. Bu özelliklerin kullanılma amacı anlaşılmamaktır. “Anlamsızlığın anlamı” ve “anlamsızlığa kadar özgür olmak”, İkinci Yeni şiir anlayışının ana izleğidir. İkinci Yenilere göre anlamla yola çıkılmaz. Ancak okuyucu zihninde bütünü tamamlarsa şiir bir anlam kazanır. Dolayısıyla İkinci Yeni şiirinin interaktif özellikte olduğunu söylemek yanlış olmaz. Mesela bir okuyucu gözüyle bu dizeyi anlamaya çalışalım. Bir önceki dizede bahsedilen bahçedeki yumuşak yapraklı, mavi renkli, kış aylarında açan bir çiçekten mi söz ediliyor? Yoksa sadece bir virgül eksikliğinden mi kaynaklanıyor bu karmaşa? Şair aslında “Sesinde bir bahçenin ortası, mavi ipek ve kış çiçeği var.” mı demek istiyor? Mavi ipek gökyüzü mü, deniz mi, ipek kumaş mı? Anlayamadığımızı zannediyoruz.
Mavi renk, İkinci Yeniler için büyük önem taşır. Onların şiirlerinde “mavi”nin bilhassa “insan”la içli dışlı olduğunu görürüz. Cemal Süreya ‘Ülke’ adlı şiirinde de “Kibrit çak masmavi yanardı sesin” dizesine yer verir. Edip Cansever ‘O Mavilik Derdi’ şiirinde “Bir kadın da değilsin, bir kişi de değilsin/ Bir kuş olsa mavilik derdi buna” ve Turgut Uyar ‘Denize Gidip Dönen Mavilerin Bire İndirgenen Üçlüğü’ şiirinde "Bir maviyi durup dururken birine benzetiyorum" mısralarını kaleme alır. İlhan Berk’te de “mavi çocuk” metaforuna rastlarız. Bu dizelerde mavi ile sıradışı bir kavram yan yana getirilerek semantik genişleme sağlanmıştır. Aynı zamanda mavinin temsil ettiği özgürlük ve huzur kavramlarına gönderme yapılarak yerleşik anlam evreniyle bağ kurulur. Bu, İkinci Yeni’nin dili işleme biçimidir. Dil, yerleşik semantik düzlemden koparılır ama "anlam evreni" içinde işlemeye devam eder.
Görüldüğü üzere şairin “Mavi ipek kış çiçeği” dizesiyle ne anlatmak istediği mühim değildir. Şair, ortak bir his uyandırmayı başarmıştır. İşte İkinci Yeni’nin yapmak istediği budur. Anlatmak değil, hissettirmektir.
İlk bendin son iki dizesiyle şiirde ilk defa bir eylem oluyor. Şiirin nesnesi konumundaki kadın, sigara içmek için vapurun üst katına (muhtemelen açık güvertesine) çıkıyor. İkinci Yeni şiiri esasen Garip akımının aksine şiirden konuyu, hikâyeyi, olayı atmıştır. Nitekim buradaki eylem de bir olay ifade etmez. Şair, yalnızca bir gözlemini aktarmıştır. Şairin konuyla bağlantılı/bağlantısız başka gözlemlerine şiirin geri kalanında da rastlayacağımız gibi aynı durumla diğer İkinci Yeni şiirlerinde de karşılaşmak mümkündür.
Sonraki bentteki “uykusuz Türkçe” ifadesi yine İkinci Yeni’nin belirgin özelliklerinden olan alışılmamış bağdaştırma örneğidir. Mahmur bir sesle konuşulan ve belki de kişinin uykusunu alamamış olmasından kaynaklanan bazı hataları içeren bir Türkçeden söz ediyor olabilir. “uykusuz Türkçe”, normalde yan yana gelmeyen iki kelimenin yan yana gelerek bir çağrışım taşımayı başarmasıyla gerçek bir imgedir. Çünkü Cemal Süreya imge hakkında “İsim tamlamasını imge sananlar var. Sözcüğü tek başına sözcük sananlar.” cümlesini kurmuş ve Tahir Olgun’un Edebiyat Lügati’ne başvurarak imgeyi, “Yan yana gelmesi çok güç olan iki durumun, iki nesnenin bir arada adını etme sanatı. Yani yan yana bulunma sanatı.” olarak tanımlamıştır. Ve bu nesneleri gelişigüzel yan yana getirmemiştir. “Aslında şiir, dil içinde bir dildir ama kuş dili değildir. İmge mutlaka bir şeyin karşılığı olmalıdır. Kökte bir şeye bağlanmalıdır.” diyerek İkinci Yeni’nin imge hakkındaki görüşünü dile getirmiştir.
Şair, ikinci bentte son dizeye kadar şimdiki zaman çekiminde ikinci tekil şahıs cümleleri kurarken “Bir adam gazetesini katlar” dizesinde geniş zaman kipine geçmiştir. Farklı türden kipleri bir arada kullanmak İkinci Yeni akımının özelliklerinden biridir. Bilindiği üzere bu, dilbilgisi kurallarına göre hatadır. Fakat Cafer Şen’e göre edebi topluluklarca dilde yapılan deformasyonlar bilinçlidir. Çünkü bu durum, edebi eserin estetiğiyle ilgilidir. Eser reel gerçeklikten ve alışılagelen dilden ne kadar koparsa o kadar estetize olmaktadır. Cemal Süreya da kendi şiirleri için şu cümleleri kurmuştur: “Kusurlu şiirler, biliyorum. Kusurlu olmalarını istedim.”
“Bir adam gazetesini katlar” dizesi aynı zamanda bir serbest çağrışımdır. Serbest çağrışım İkinci Yeni’nin en belirgin özelliklerindendir. Buna bilinç akışı da diyebiliriz. Bu özelliği kullanan şair konudan bilinçli bir şekilde sapar. İkinci Yeni şiirinde belirli bir konu olduğunu söylemek pek doğru olmasa da Cemal Süreya’nın hemen hemen her şiirinde oldukça belirli hâkim bir duyguya bağlı kaldığını söylemek mümkündür. Söz konusu dizede Cemal Süreya, şiirin nesnesi olan kişiden ve onun sesinden bahsetmeye ara vererek o sırada gördüğü bir adamın gazetesini katladığını belirtiyor. Bunun gibi örneklerle İkinci Yeni şiirlerinin hemen hepsinde karşılaşabiliriz.
Konuyu dağıtma, şairlerin iç dünyasındaki karmaşayı da yansıtmaktadır. İkinci Yenilerin konsantrasyon problemi yaşar gibi bir halleri vardır. Bu, tek bir şeye odaklanmak istememelerindendir. Kafaları hep dağınık gibidir. Bu durum aslında Dadaizm ve Sürrealizmin yol açtığı inkarcılıktan gelir. Çünkü bilincin kurduğu hiçbir düzenin insanı ve insanın problemlerini çözemediğine tanıklık eden bu nesil, bilincin biçimlendirdiği kurulu düzene ait her şeyi reddeder. Dadaizm’de istenen sadece değerlerin yıkılması, toptan inkarına gidilmesidir. Çıkış noktası Dadaizm olan Sürrealizm de şiire has her türlü kuralı boşlar ve aklın kontrolünden uzak bir yazı düzenini kabullenir.
Bu şiirde sürrealizmin en yoğun görüldüğü bölüm
“Sesinde ne var biliyor musun
Eski öpüşler var
Banyonun buzlu camı
Birkaç gün görünmedin
Okul şarkıları var” bölümüdür. Şair bu bende de şiirin geneline uygun olarak şiirin nesnesi durumundaki kadının sesini anlatmakla başlar. Sonra birden banyonun buzlu camı girer araya. Alakasız görünüyor ilk bakışta. İkinci Yeni’de şiirin, tesadüfen seçilmiş kelime veya cümlelerin alt alta sıralanmasıyla oluşturulduğu intibaı verilmesi yine Dadaizm kaynaklıdır. Fakat banyonun buzlu camı, mahrem bir şeyleri saklar. Buzlu camdan bir siluet görünür ama ne olduğu tam anlaşılmaz. Eski öpüşler, artık eskide kalmış belli belirsiz şeylerdir ve saklanan bir mahremiyeti vardır. İkinci Yeni şiiri de adeta bir buzlu camın arkasından görünür. Alakasız görünen bu dize, bize önceki mısrayla son derece alakadar bir şeyler çağrıştırdı. “Çağrışım”, İkinci Yeni’nin anahtar kelimesidir.
Bu dizeden sonra şair anlattığı kişiye geri döner fakat sesinden bahsettiğini unutur. Onu birkaç gündür görmediğini hatırlar ve bundan söz eder. Ardından o kişiyi birkaç gün görmemiş olmak belki de şaire birkaç gün okula gelmediğinde gözlerinin aradığı ilkokul aşkını hatırlatır veya tam da o sırada o kişinin okul şarkıları gibi yolun başında, okul şarkıları gibi ezberlenmiş ve tanıdık, okul şarkıları gibi masum ve heyecanlı ya da okul şarkıları gibi çocuksu olduğunu düşünür. Kim bilir belki de bu kadın şairden oldukça küçüktür veya okul arkadaşıdır. Öğretmen de olabilir. Mesele bu değildir. Mesele, bu şiir okuyan herkesin bu dizeyi kendi deneyimleriyle yorumlayacak olmasıdır. Mesele, şairin bendin sonunda tekrardan konuya dönerek o kişinin sesinin kendisinde uyandırdığı bir başka kavramı dile getirmesidir. İşte sapmalarla dolu bir şiir!
Kimilerine göre İkinci Yeni şairleri, DP dönemindeki baskılar sonucunda toplum sorunlarından uzaklaşmışlar ve içe dönük, anlamsız, özden yoksun, yalnızca biçime ve söylem değişikliğine dayanan, rastlantısal bir şiir üretmişlerdir. Attila İlhan’a göre, Birinci Yeni İnönü diktasının, İkini Yeni de DP diktasının ürünüdür. DP döneminde bazı sanatçı, şair ve yazarlar baskı altında tutulmuş, tutuklanmış ve mahkemeye verilmiştir. Umutsuzluğa kapılan kimi şairlerin toplumla bağları gittikçe gevşemiştir. Bu nedenle İkinci Yeni’nin bir çeşit kaçış şiiri, bozgun çiçeği, sapma edebiyatı, uyuşmazlık gülü sayılması yersiz görülmemelidir.
“İkide bir elini başına götürüp/Rüzgarda dağılan yalnızlığını/Düzeltiyorsun.”
Bu dizeler İkinci Yeni şiirindeki karıştırımın çok güzel bir örneğidir. Şair bu kişinin rüzgarda dağılan saçlarını düzelttiğini, saç yerine yalnızlığı koyarak ifade etmiştir. Saç ile yalnızlığın bilinen bir bağlantısı olduğu için değil. Öyle hissettiği ve öyle hissettirmek istediği için yapmıştır bunu. Bunu yaparken de tüm İkinci Yeniler gibi, bir dizeyi iki-üç dizeye bölerek anlamı dağıtma tekniğinden faydalanmıştır. Aynı zamanda “ikide bir” ifadesi birazdan açıklayacağımız konuşma diline ait unsurlara bir örnektir.
“Sesinde ne var biliyor musun/ Söylemediğin sözcükler var/ Küçücük şeyler belki/ Ama günün bu saatinde/ Anıt gibi dururlar/ Sesinde ne var biliyor musun/ Söyleyemediğin sözcükler var.”
Bu mısralarda ilk dikkatimizi çeken, çokça tekrarlanan sözcük sözcüğüdür. Sözcük, Cemal Süreya için çok önemlidir. İkinci Yeni şairleri, amaçlarına uygun bir dil ortaya koyabilmek için en küçük birim olan “kelime”yi ön plana çıkarmışlardır. Cemal Süreya sözcüklerin gücüne inanan, şiirin bütünü içinde sözcüklerin taşıyıcılığına ısrarla vurgu yapan bir şairdir. Sözcüklerin ahenge de katkısı vardır. İkinci Yeni şiirinde ahenk, ölçü ve uyakla değil müzik ve anlatım zenginliği ile sağlanır. 8.10 Vapuru’nda da “s” ve “n” seslerinin aliterasyonu sayesinde bir ahenk oluşmuştur.
Şair, “Kelimeler eninde sonunda gerçeğin en ufak parçaları oluyor, unutulmamalı. Hele varlıklara ad olan kelimelerde bu daha çok görülür. Renk bir nitelik olarak gerçeği kavrar, kelime ise çok defa bütünüyle kavramak durumundadır. Resimdeki renk ve izlenim, şiirdeki kelime bir yorumdur. Bir niteliğin izlenimine karşı bütünün yorumu, işte ayrım burada. Kelimeler canlıdır. Soluk alır, kâat oynar, şarap içer, hürlük olsun isterler. Onlarla çok oynayabiliriz, ezip bükebiliriz, ama kendi doğalarına aykırı düşecek gibi daha fazla kullanırsak, sıkboğaz edersek onları öldürebiliriz de. Elimizde kalan parçalar ölü parçalar olabilir.” cümleleriyle şiirdeki yerini bildirdiği kelimeye söz konusu mısralarda da aynı gözle bakıyor olsa gerek.
Yine bu mısralarda dikkati çeken noktalardan diğeri de günlük dile ait ifadedir. Garip hareketinin aksine konuşma dilini reddeden İkinci Yeniler arasında özellikle Cemal Süreya’da yer yer konuşma diline ait unsurlar görülür. Çünkü onun okuduğu ilk kitaplar din, cenk ve halk kitaplarıdır. Annesinin kendisine bir bardak süt içirebilmek için bütün Kerem ile Aslı hikayesini ezbere anlattığını ifade eder. “Küçücük şeyler belki” dizesi, konuşma diline ait bir unsurdur. Günlük konuşma dilinde bu “belki” ifadesini, ama bağlacıyla ikinci cümleye bağlar ve birinci cümleye farklı bir bakış açısı getirmek için kullanırız. Şair, söz konusu kadının söylemediği küçük sözcükleri hem sabah saatlerinde cisimlerin gölgelerinin uzun olmasından dolayı olduğundan büyük görüneceğine gönderme yapmak hem de unutulmayacağını vurgulamak için anıta benzeterek o küçücük sözcüklere farklı bir bakış açısı kazandırıyor. Ve söylenemeyen sözcüklerle şiir bitiyor.
Şiiri toparlayacak olursak bu şiir, şairin her sabah bindiği 8.10 vapurunda karşılaştığı bir kadını anlatıyor. Bu kadının neşeli, huzurlu, heyecan verici, bilindik, özlenen, sıcak, samimi bir sesi var. İşini sevmediği için sabahları zar zor uyanıyor ve vapura bindiğinde üzerinde hala biraz uyku mahmurluğu oluyor. Bu mahmurluk sesine de yansıyor. Uykusu açılsın diye her sabah mutlaka sigara içiyor. Ya o da şaire kayıtsız değil ya da şair öyle anlamak istiyor. Belki aralarında tek bir cümle geçmedi. Bütün bunları bana Cemal Süreya anlatmadı. Ama hissettirdi. Anlatmak değil, hissettirmek. İkinci Yeni şiirinin en büyük amaçlarından biri budur. İkinci Yeniler şiirde absürtizmi, bilinç akışını ve toplumsal bilinçaltını kullanarak bir “his” oluşturmaya çalışmışlardır. Düşünce ve his dünyasının farklı boyutlarda tezahür etmesi insanın dış gerçekliği algılarken ulaştığı olgunluk seviyesine bağlı olarak gelişir. Toplumsal bilinçaltıyla ilgili İkinci Yenilerden özellikle Turgut Uyar’ın yaratım gücüne dikkat çeken Mehmet Kaplan’ın şu cümlelerine yer vermek yerinde olacaktır: “Kendilerini hiç zorlamadan serbest çağrışıma bırakanlar, içlerinde adeta hüviyetlerine yabancı bazı garip duygu ve hayalleri yaşamışlardır. Jung’a göre bu, binlerce yıllık hayat tecrübesinin insanın gayri şuurunda muhafaza edilmiş olmasının bir neticesidir. Bunlar muhtelif sebeplerle rüyalarda ve hayallerde belirirler.”
Cemal Süreya çağdaş şiir için “Çağdaş şiirin ayırıcı niteliklerinden biri de dilde büyük zekâ yangınları çıkarmak oluyor.” demiştir. Usçu dil kuramına göre zekânın üç düzeyi vardır. Uysal zekânın üstünde yer alan olağan insan zekâsı, kendi iç kaynakları yoluyla bilgi edinebilme gücüne sahiptir. Olağan insan zekâsının ötesinde yer alan zekâ ise çalışma olmaksızın daha önce hiç görülmemiş, duyulmamış, yazılmamış hatta düşünülmemiş buluşlar yapabilen oldukça ilginç bir zekâ yapısıdır. Üçüncü tür zekâ, gerçek yaratıcılığa yönelmiştir. Ortak dil içinde şahsi dil yaratımı diye adlandırılabilecek bir alan mevcuttur. Bu alanın orijinalliği ve şaşırtıcılığı göz önünde bulundurulduğunda şahsi dil, zekânın üçüncü düzeyinde gerçekleşmektedir denilebilir. Dilin şahsî ve şaşırtıcı olmasına büyük önem veren İkinci Yeniler, işte bu üçüncü tür zekâyı kullanmıştır.
İkinci Yeni’nin biçim, dil ve üslup özelliklerini ve amacını “Laleli’den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız” dizesiyle İkinci Yeni hareketini özetleyen Cemal Süreya’nın 8.10 Vapuru isimli şiiriyle inceledik. İkinci Yeniler; savaşlarla kirlenmiş, sahte süslerle bezenmiş bu dünyadan kaçıp geri dönmemek üzere kendi “ben”lerine dönmüşlerdir. “Ben”in en küçük davranışı bile büyük bir haberdir, önemlidir. Orada yaşam vardır. Bu yeni şairler, ne önceki kaçanlar gibi fil dişi kulelerde saklanır ne de önceki yeniler gibi Laleli’den bindikleri tramvayla Sirkeci’ye giderler. Onlar “gerçek yaşama”nın cevherlerini görüp yakalamak hevesiyle dünyadan dünyaya giderler.
Not: Çalışmanın kaynakları kayıptır. Bu çalışmaya kaynaklık eden tüm eser ve araştırmaların sahiplerine teşekkürü ve özrü borç bilirim.
Comments